Hayatınızın Amacını, Kalbiniz, Zihniniz Ve Ruhunuz İle Bulmanın 10 Pratik Yolu / 1. Bölüm
Hayatınızda aldığınız her karar, attığınız her adım, aldığınız her aksiyonun içinde sizi harekete geçiren bir motivasyon vardır.
Ya zihninize, ya bedeninize, ya da ruhunuza hizmet eden bir manası vardır seçimlerinizin.
Bu üç alana birden hizmet ederek yaptığınız seçimler, kendi hayat amacınızı gerçekleştirdiğiniz ve deneyimlediğinizde içinizde bir tamlık ve bütünlük hissi yaratan anlara açılan kapılardır.
Sanırım hepimiz bu içsel bütünlük ve tam olma halini arıyoruz bir hayat boyu.
İlişkilerimizde, mesleğimizde, özelimizde…
Peki nasıl yaşayabiliriz bu içsel tam ve bütün olma halini? Ne yapabiliriz? Nasıl olabiliriz?
Hayatımızın amacını nasıl bulabiliriz?
Kendi yolculuğumda geçtiğim yollarda öğrendiklerimi, özümsediklerimi ve işime yarayanları sizlere aktarırken olduğunca kısa, net ve yalın olarak aktarmaya niyet ediyorum. Umarım, bu satırlarla sizlerle kalpten kalbe bağlantı kurabilir ve birbirimize görünmeyen bağlarla bağlı olduğumuz gerçeğini derinlemesine fark ederek birbirimize bir şekilde dokunabiliriz.
1. DEĞERLERİNİZE ODAKLANIN/
Değerlerimiz için yaşamımızın yapı taşları diyebiliriz. Değerlerine uygun bir yaşam, öz değeriniz yaratır.
İnsanın, doğanın ve yaşamdaki her şeyin değişken olduğunu da hatırlayarak; değerlerimizin de değişken olduğunu ve onlara bu esneklik çerçevesinde tutunarak yaşamamızın bize hizmet edeceğini hatırlatarak yazıma başlamak isterim.
Bunu ileride daha detaylı anlatacağım, ancak şimdilik değerlerin önemine değinmekle yetinelim.
Değerler, hayatımızın yapı taşları ise, ÖZ DEĞERİMİZ için de ruhumuzun iskeleti diyebiliriz.
Değerlerimize ters düşen her kararımız içten içe bizde bir sıkıntı, rahatsızlık, hoşnutsuzluk yaratabilir ve bu durum devam ederse de kendimize öfke ve nefrete dönüşebilir.
Kendime öfke ve hayal kırıklıklarım ise içimde biriktikçe uzun vadede ciddi hastalıklara dönüşebilir.
Değerlerimize sahip çıkmadan verdiğimiz kararlar, öz değerime, yani kendime yaptığım bir ihanettir.
Örneğin; ilişkilerinizde dürüstlük, açık sözlülük, güven veya yaptığınız işte eğlence, yaratıcılık, sükunet çok önemli bir değerse ve siz bu değerlere uygun ortamlarda veya ilişkilerde bulunmuyorsanız, içinizde sizi kemiren bir his, içsel bir huzursuzluk oluşur. Daha sabırsız, daha gergin, daha tepkisel, daha kopuk, daha mutsuz, daha şikayetçi, daha bahane bulan bir hal alabilirsiniz.
Size kendimden bir örnek vermem gerekirse şunu çok net söyleyebilirim:
Bir zamanlar dürüstlük değerime uygun yaşamadığım için bir ilişkimde kendimi çok mutsuz hissediyordum. Çok yakın bir dostuma bir konu ile ilgili gerçek fikrimi onu kaybedeceğimden ve beni tam olarak anlayamayacağından korktuğum için kendimi hiç ifade edemiyordum. Bu sebepten hayatımda yaşatmaya özlem duyduğum “Dürüstlük” değerime uygun yaşamadığımda, kendi ruhumun doğasına karşı gelmiş oluyordum.
Bu durum uzun yıllar bu böyle sürdü.
Hiç bir buluşmamızda kendi doğal halim olamadım. İçimde hep söylemek istediğim bir sırrı sakladım. Sırtımda bu yükü taşımak beni hem yoruyor, hem de beni kendim olmaktan alı koyuyordu.
Ne zamanki ilişkimde kaybetmekten korktuğum konu ile yüzleştim; gerçek fikrimi söyleyebildim ve bu korkumun üstesinden cesaretle geldim; işte o zaman kendimi bir kuş kadar özgür ve hafif hissettim. İçimde kıpır, kıpır büyüyen sonsuz bir mutlulukla…
Hem kendime, hem ona ihanet etmeye son vermiştim.
Aslında dürüstlüğü yaşamak isterken yaşamamak, istemediğim bir seçimi bilinçli olarak yaşamaktı. O gün hem kendime hem de dostluğumuza büyük bir hediye vermiştim.
Değerlerime sahip çıkmadan yaşamanın beni tutsak ettiğini anladıktan sonra artık mümkün olduğunca kendime sadık kalmaya gayret ediyorum. Çünkü ben kendi değerlerime sadık kalmadığımda, karşımdaki insana da sadık kalamıyorum. Hep bir maske hep bir illüzyonu yaratmış oluyorum.
Ben bana böyle davranılmasını istemezdim, bu sebepten karşımdakine ve kendime verdiğim özenden dolayı, kendime sadık yaşamaya özen gösteriyorum.
İnanın pek kolay olduğunu söyleyemem. Çok laf yedim, halen de yiyorum. Ancak ruhumun sesine inanmayı seçiyorum. Zor olsa da her gün duymayı ve dinlemeyi pratik ediyorum.
Ya siz? Şimdi oturup değerlerinizi bir gözden geçirmenizi öneriyorum.
· Nerelerde değerlerinize paralel seçimler yapıyorsunuz?
· Ve bu sizi nasıl hissettiriyor?
· Nerelerde değerlerinize ters düşen seçimler yapıyorsunuz?
· Ve o an nasıl hissediyorsunuz?
Küçük büyük fark etmez, iş hayatı, özel fark etmez, basit veya karmaşık konular fark etmez. Her konuda bu benim için geçerlidir.
Ya sizin için?
2. AÇIK BİR ZİHİN VE AÇIK BİR KALP/
Hayatı merakla yaşamak, tıpkı bir çocuk gibi…
Çocuklar her şeye nasıl da meraklı gözlerle bakarlar, bol bol soru sorarlar…Anlamak isterler. Sıfır noktasından bakabilirler. Böylece, olanı olduğu gibi görürler. İhtimalleri görebilirler. Bu yüzden çocuklar mucizelere inanırlar; mucizeleri daha çok yaşarlar.
Bu bakış acısına Zen felsefesinde “Başlangıç Zihni” ile bakmak deniyor.
Ancak bu bakma halini sadece zihninizle görmek olarak algılarsanız bu sizi sınırlar,
Çünkü, bazen zihnin ötesindekini sadece kalp görür ve hisseder.
Bu sebeple hem zihin hem de kalp gözünüz ile bakabilmek; tam da sıfır noktasından başlangıç zihni ile bakmak demektir.
Daha umutlu, yeni deneyimlere açık bir halde, çocuksu bir merakla keşfetmeye açık bir yapıda olmak sanırım hayatımızın amacını bulma yolculuğumuzda üç boyutta da var olabilmemizin ikinci önemli farkındalığı.
İşte, o anlarda her ne ile ilgileniyorsanız ve ne zamanki zamanın farkında olmadan akıp gittiğini deneyimliyorsunuz; orada daha fazla durmak, o konuyu daha fazla deşmek sizi içinizdeki ışığa daha da yaklaştıracaktır.
An’da bütünümüzle var olunca, An’da olma halini deneyimleyen olunca, an’da olduğumuzu fark etmiyoruz. Çünkü AN’ın kendisi oluyoruz.
O an çocuk oluyoruz.
Ne dersiniz?
· Siz nerelerde çocuksu meraklı ve açık zihnin ve kalp halinize olana olduğu gibi bakmaya kendinize izin veriyorsunuz?
· An’da olmaya, AN’ın kendisi olmayı ne zamanlar deneyimliyorsunuz?
· Deneyimleyemediğiniz yerlerde ise size ne engel oluyor dersiniz?
3. İÇ SESİNİZİ GÖZLEMLEYİN /
Kullanılan dil, kendini ifade etme ihtiyacı olan insan oğlunun ilişki kurmak için kullandığı en temel araç. Aynı zamanda, maalesef nasıl kullanacağımız konusunda pek bilinçli olmadığımız da bir araç.
Her ne kadar kelimelerden çok beden dilimiz ve sesimizin tonu kendimizi ifade etmemize şekil verse de, kelimelerimizin gücünü her zaman fark etmemiz hayatımızın amacını kendimize ve etrafımıza aktarmamızda çok önemli bir yöntem.
Buradaki bilincimizi artırmamız için ihtiyacımız olan farkındalık, öncelikle kendimize karşı nasıl konuştuğumuzu takip etmekle başlayabilir. Kızdığımızda, üzüldüğümüzde, korktuğumuzda, hayal kırıklığı yaşadığımızda, önce kendimize sonra etrafımızda hangi kelimeleri sarf ediyoruz?
Peki, gündelik yaşamın içinde çok basit ve sıradan olayları anlatırken hangi kelimeleri kullanıyoruz?
Kendi lisanımıza uyanabilir miyiz?
Kelimelerin yaratma gücü olduğunu eminim ki bir çok yerde duymuş ya da okumuşsunuzdur. İnanır mısınız bilmem, ancak ben bizzat deneyimlediğim için inanıyorum.
Kullandığım lisanım, benim anlattığım konuyla, konuştuğum kişiyle, yaşadığım duyguyla, kendi düşüncelerimle olan ilişkimi yansıtıyor ve yaratıyor.
Bu sebeple KELİMELERİME DİKKAT etmek beni an’a getiriyor. An’ın içinde ise olanı gözlemlemem ve olana olduğu gibi bakabilmem daha mümkün oluyor.
Böylece gerçek değişim An’da başlıyor.
Böylece önce kendi içimdeki dünyayı tanıyor ve dışarıda yarattığım dünyanın benim iç dünyamın bir yansıması olduğunu net bir şekilde görüyor ve anlıyorum.
İşte o zaman kelimelerimin gücüne inanıyor ve daha farkındalıkla lisanımı kullanmanın, hayatımın amacını bulmaktaki ve yaşamaktaki etkisini derinden algılıyorum. Zihin kalp ve ruhumun hızlanmasında içsel dünyamda kullandığım lisanın gücünü daha net algılıyorum.
Ya siz?
· Kendinize nasıl konuşuyorsunuz?
· İç yargıcınız size ne kadar acımasız, ya da ne kadar şefkatli?
· Ne kadar kabulde?
· Kendi iç dünyanıza, iç diyaloglarınıza ne kadar uyanıksınız?
4. KENDİN OL /
Hayatın anlamını bulmak derken tabi ki genel-geçer, ortak bir cevap bulamayacağımızı bilerek yazıyorum ve sizin de bunu bilerek okuduğunuzu biliyorum.
Tek bir doğrunun olmadığı, herkes için doğruların ve yanlışların değişkenlik gösterdiği, hayatın anlamı dendiğinde herkesin kendi algısına göre bir fikre ve deneyime yöneldiğini unutsak da hayat bunu bize hatırlatıyor sanırım.
Peki, hayatın anlamını herkes kendine göre nasıl bulacak?
Dünyada bu kadar çok insan varken, herkese göre farklılık gösteren yollar yöntemler ve anlamlar olursa nasıl olacak bu yolculuk?
· Kendimiz olarak.
· Otantik olarak.
· Kendi gerçek benliğimize sahip çıkarak.
· Önce kendimize dürüst olarak.
· Odağımızı dışarıda tutmaktansa, kendimizi dışarısı ile kıyaslamaktansa içsel yolculuğumuza odaklanarak.
Kolay olduğunu söyleyemem.
Çok derin ve güçlü bir içsel netlik haline ihtiyacımız var.
Ben’i çok iyi tanımaya, Ben’in değişimlerine razı olmaya; sen ve benin ayırımlarını ve aynılıklarını fark etmeye, kabul etmeye ihtiyacımız var.
Kendi içimizdeki biricikliği görmeye ve onun içindeki güce inanmaya.
Ona sahip çıkmaya. Onu olduğu gibi sevmeye.
Sen’in içindeki biricikliği görmeye, kabul etmeye ve olduğu gibi sevmeye ihtiyacımız var. Biz olmadan “Ben” olamam.
Bunu hayata geçirebilmek için ilk adım olarak nereden başlayacağını söylemek zor.
Çünkü şu ana kadar bahsettiğim tüm maddeler, bütünün bir parçası.
Ayrı değerlendirilemez. Bir halka koptu mu; tüm bağlantılar eksik kalır, tamamlanamaz.
Değerlerine uygun yaşamadığında, otantik olamazsın, lisanını fark etmediğinde herkesten nerede ayrıldığını gözlemleyemezsin.
Açık kalp ve açık zihin ile olaylara bakmadığında gözlemci olduğunu unutursun. “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” atasözü sanırım bu konuştuklarımızı çok güzel anlatıyor.
Bazen dışarıdan eleştirilsek de iç sesimizi takip etmek cesaret ister. Cesaret korkmamak değildir. Korkuna rağmen adım atmaktır. Korkunla beraber ilerlemektir.
İşte otantik sen, o an ortaya çıkar.
Ancak hepimizin çok karıştığı nokta, toplum tarafından içselleştirdiğimiz seslerle iç sesimizi ayırt edebilme becerimizdir.
Ailemin, çevremin sesleri bazen zihnimin kısıtlayıcı seslerine dönüşür. Ve kendimi tanımadığımda, kendimi yaşamaktan korktuğumda iç sesimi kısmış olurum. Onu duymakta zorlandığımda da zihnimin sesini iç sesim zannederim.
Oysa iç sesim ruhumun sesidir.
Sezgilerimdir.
Bazen mantıklı açıklaması olmayan bir sestir. Oradadır. Kısıktır. Ancak vardır.
Ona odaklandıkça yükselir. Onu duydukça hayatın anlamını yaşamam mümkün olur.
İşte farkındalık pratikleri dediğimiz egzersizler, bu sesi yani otantik beni anlamamı, tanımamı sağlar. O zaman zihnim, kalbim ve ruhumun hızlanmasıyla iç sesimi daha net ve güçlü bir şekilde duymam mümkün olur.
O zaman hayat önümde açılır; olan ile akışta olurum.
· Otantik olduğun zamanları hatırlıyor musun?
· O zamanlarda ne yapıyordun?
· Nasıl bir oluş halindeydin?
· Ne seni otantik olmaktan alıkoydu?
· O zamanki oluş halin nasıldı?
· Otantik olduğun hali bir metafor ile anlatmak istesen, neye benzetirdin?
· Onu bedeninle göstermek istesen, hangi hareketi yapardın?
· Onu çizmek istesen, ne çizerdin? Hangi renkleri kullanırsın?
· Otantik seni nasıl ortaya koyarsın?
Devamı bir sonraki blog yazımda…