Değişim Anda Başlar.
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.”
diye başlıyor büyük usta Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” adlı şiirinin ilk dizeleri…
Biraz daha eski zamanlara gidip, bir de Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’ye kulak versek…
“Bu olaylar ve bu âlem
ezelî ve ebedî değildir.
Havva ve Adem nerede, ey dedem!
Aklın varsa an bu andır.
An bu andır, an bu an.
An bu andır, an bu an.”
Ne güzel ifade etmişler, ifade edilebilmesi en zor olan şeyi…
“An” dediğimiz şu iki harf, içinde ne kadar çok şeyi barındırıyor, yaşatıyor.
An, kendi hikayenizi yazdığınız zaman diliminin ta kendisi. Her şey anın içinde başlıyor, yaşanıyor, ve bitiyor…An, önümüzde açılan ve her şeyi içine alan yekpare geniş bir alan gibi…
Kulağa hoş, romantik ve kolay gibi gelse de, oysa ne kadar zor anda kalabilmek ve ne kadar kolay hayatı es geçebilmek…
Hele bir de hayatımız boyunca An’ın dışında yaşamaya alıştıysak…
Bizi an’dan koparıp dışarı iten güç ne? İşimize en çok yarayan, bize her an pek çok faydası dokunan, olmazsa olmaz zihnimiz.
O pırıl pırıl, “Yapma” halimizle tüm potansiyelimizi ortaya çıkaran, fakat aynı zamanda bizi sürekli olarak an’dan çıkarmakla meşgul zihnimiz.
Peki, kendi hayatımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı, tepkilerimizi yeniden kendi himayemiz altına almak ve hayatı es geçmeden bize sunduğu tüm güzellikler ve zorluklarla yaşayabilmemiz mümkün mü?
Büyük harflerle EVET.
Zira, yaşamımızda bize düşen asıl görev bu: An’a gelme ve “Olma” halimizi derinleştirme kasımızı güçlendirmek.
Zihnimiz, bizi hiç olmamış bir şeyin gerçek olduğuna inandıracak kadar güçlü! Mark Twain, “Hayatımda bugüne kadar pek çok korkunç deneyimden geçtim, bazıları gerçekten oldu.” derken zihnimizin bize gerçek olmayan şeyleri olmuş gibi yaşatması hissine vurgu yapıyor.
Yaşadıklarımızdan referans alarak ve geçmiş deneyimlerden çıkarımlar yaparak bazı varsayımlara, sonuçlara ve tepkilere sürükleniyoruz zihnimizle. Farkına varmadan.
Oysa, kıvamında çalıştığında bizi güvende tutabilen bir işlevi var. Aşırı çalıştığında ise stres üreten; kaygı ve korkuları tetikleyen bir etkisi de olabiliyor.
Şunu fark ettim: Anın içinde zihnin tutunduğu hikayeler yok.
Peki ne var? Tek gerçek.
O anki bedenimin hali ve nefesim. Tüm çıplak halleriyle duyumsamalarım, duygularım, düşüncelerim. iç-görülerim.
Karşımızda oluşan durumlara kendimizce verdiğimiz anlam, geçmişin derinliklerinde yaşadığımız deneyimlerin birikimi sonucu oluşuyor. Ve verdiğimiz tepkiler de bu deneyimlerin uzantısı olarak vücut buluyor.
Ancak anın içinde kaldığım sürece, olanın gerçeğini misafir ediyor ve kabulleniyorum. Ve biliyorum ki, ancak önce kabul ettiğim şeyi değiştirebiliyorum.
Kabulün olmadığı yerde ne var? Direnç! Direnç olduğunda ise tutulma hali yaşıyorum.
Kısacası, direnci serbest bırakmadan an’da olamam; an’da kalamam.
Ve An’da olmadan, gerçeği fark edip, değiştirme eylemine geçemem.
Şimdi, burada ve anda mısınız?
Şimdi?
Ya şimdi?
Peki ya şimdi?
Değişime hazır mısın?
- Raquel Habib